“Hiç kimse kendi el emeğinin kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir.”
Hadis-i Şerif
RIZKIN DAR VEYA BOL OLMASI
Rızkın darlığı ve bolluğu insanlar arasında sürekli bir merak ve tartışma konusu olmuştur. Maddi imkân bakımından zayıf olanlar lüks ve refah içerisinde yaşayanlara bakarak kendi durumlarına üzülmekte, o şaşaalı hayata imrenmektedir.
Zaman zaman varlıklı kimselerin kendilerine göre yoksul durumda olanları görmezden gelmeleri, onlara karşı davranış ve söylemleri de bu tartışmayı alevlendirmektedir.
İşte bu durum aşağıdaki ayette Sevgili Peygamberimiz döneminde yaşanan olaylar örnek gösterilerek ne de güzel ifade edilmiştir:
“Allah dilediği kimselerin rızkını bollaştırır ve daraltır. Onlar dünya hayatıyla sevinip mutlu oluyorlar, oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” (Ra’d Suresi, 26)
İslâm’ın ilk dönemlerinde Hz. Peygamber’e inananlar genel olarak maddî bakımdan zayıf kimselerdi.
Mekke’nin varlıklı müşrikleri bunları gördüklerinde fakir müminleri küçümsüyor ve onlara şöyle söylüyorlardı:
“Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu kimseler de bunlar mı!” (En’am, 53)
“Eğer onlar Allah’ın sevdiği kimseler olsa, Allah onları böyle sıkıntılar içinde bırakmaz.”
O varlıklı müşriklerin düşüncesine göre Allah’ın kendilerine zenginliği lâyık görmesi onları sevdiğinin bir alâmetiydi.
Oysaki Allah-u Teâlâ hikmeti gereği kullarından dilediğinin rızkını bol, dilediğininkini de kıt vermektedir. Allah’ın bir kimseye bol rızık vermesi onun Allah katında değerli olduğunu göstermediği gibi herhangi birinin rızkını daraltması da onun Allah katında sevilmeyen, değersiz biri olduğu anlamına gelmemektedir.
Dünya varlığı, insanlar katında bir değer olsa da Allah’ın rızasına uygun olarak kullanılmadığı takdirde Allah katında bir anlam ifade etmez; fâni dünyanın nimet ve ziyneti, cennette olanlarla karşılaştırıldığı takdirde çok sönük, renksiz ve tatsız kalır.
Allah, kuluna verdiği rızıktan kulun kendisinin istifade ettiği gibi ihtiyaç sahipleri ile de paylaşması; özellikle emeğinden, çalışmasından ve gayretinden faydalandığı kişileri ortak kazandıklarından yararlandırması gerektiğine dikkat çekmektedir:
“Allah kiminize kiminizden daha fazla rızık verdi. Ama kendilerine fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilerle paylaşıp da onları bu hususta kendileriyle eşit hâle getirmeye yanaşmıyorlar. Peki onlar Allah’ın nimetini inkâr etmiş olmuyorlar mı?” (Nahl Suresi, 71)
İnsanların; Allah’ın takdiri ile doğuştan getirdikleri kabiliyetleri farklı farklıdır.
İlâhî takdire bağlı olarak yaşadıkları süreçte karşılaştıkları imkân ve fırsatları bu kabiliyetleri doğrultusunda değişik şekillerde değerlendirmelerine göre rızıkları ve kazançları da farklı olmuştur.
Olacaktır da.
İnsan, sahip olduğu servetle değil onu kullanış şekli ile değer kazanır.
Bu ayette geçen “ellerinin altındakiler”den maksat, özel anlamda köleler; daha genel olarak ise kişinin bakımından ve geçiminden sorumlu bulunduğu yakınları, çalıştırdığı ve hizmetinden istifade ettiği insanlardır.
Ayette, servet sahibinin, bu insanları –temel ihtiyaçların karşılanması bakımından– servetinden kendisiyle aynı seviyede yararlandırması öngörülmekte; bu ilkeyi içtenlikle benimseyip uygulamakta isteksiz davranmanın; “Allah’ın nimetini inkâr” etmek anlamına geldiğine işaret edilmektedir.
İnsanlar içerisinde bu şekilde olumsuz davranış sergileyenler ise kınanmaktadır.
Bu öğretisiyle ayet; İslâm’ın eşitlik, adalet, dayanışma, paylaşma gibi sosyal değerlere verdiği önemin veciz bir ifadesidir.
Nitekim bu hususta Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur:
“Elinizin altındakiler (köleler, hizmetliler, çalışanlar) sizin kardeşlerinizdir; Allah onları size emanet etmiştir. Şu hâlde kimin yanında bu şekilde kardeşi bulunuyorsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara ya güçlerinin yetmeyeceği ağır işler yüklemeyin veya yüklerseniz siz de yardım edin.”
Ölçü bellidir aslında: İnsanca yaşamak ve Yüce Yaratıcı tarafından bahşedilen nimetleri, O’nun ihtiyaç sahibi kulları ile paylaşmak!
Nasıl ki kervan konakladığı hanı sahiplenemiyor, vermiş olduğu mola sürecinde dinlenip ihtiyacını karşıladıktan sonra yoluna devam ediyorsa; Yüce Yaradan’ın ruhundan üfleyerek yarattığı ve imtihan için dünyaya gönderdiği insanoğlu da dünyayı sahiplenmek gibi bir çaba içerisinde olmamalıdır.
Gerçek mutluluk ilk kaynakta; Yüce Yaradan’dadır. Mutluluğu dünya malında aramak, onunla mutlu olmaya çalışmak, beyhude bir çabadan ibarettir.
Çevremizde bulunan insanlardan her gün birileri dünyasını değiştiriyor.
Çok zengin, varlıklı olan da yoksul, hiçbir şeyi bulunmayan da aynı akıbet ile karşılaşıyor.
Bugüne kadar kimse yanında bir şey götürebilmiş midir?
Tabii ki hayır.
O hâlde bu dünyalık hırsının sebebi nedir?
Yüce Yaradan son noktayı koymuş, bu konu hakkındaki hükmünü vermiştir.
Bundan sonrası için kaygılanmak, hayatı sorgulamak, Allah’ın rızık taksimatı hakkında kendince yorumlarda bulunmak insana yakışmaz:
“Doğrusu Rabbin dilediğine rızkı bol verir, dilediğine de az verir. Şüphesiz O, kullarının durumunu en iyi bilen ve onları hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 30)
Verdiyse de bir hikmeti var, vermediyse de.
Öyle düşünmek gerekir.
Çünkü kimi varlıkla sınanır kimi yoklukla. Başarılı olanın kim olacağı bilinmez.
“Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, elbette yeryüzünde taşkınlık ederlerdi. Bu sebeple O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarının bütün hâllerini çok iyi bilmekte ve onları hakkıyla görmektedir.” (Şura Suresi, 27)
Burada insana düşen görev sahip olduğu nimetlerin şükrünü verebilmektir.
Aldığı nefesten itibaren başta vücudunun mükemmel yaratılması ve arkasından dünya nimetleri ile rızıklanıp donanması, insan için şükreden bir kul olmak adına fazlasıyla yeterli bir sebeptir.
Burada bilinmesi gereken esas mesele şu ayette gizlidir:
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm Suresi, 39)
Rızkın bol veya dar olması, kişinin zengin veya fakir olması konusu değerlendirilirken bu ayet çok iyi anlaşılmalıdır.
Çünkü Yüce Allah insana çalışmasının karşılığının mutlaka verileceğini müjdelemektedir.
Kısacası; kul, kendine düşen vazifeyi yerine getirebildiği oranda Rabbinin nimetinden yararlanabilecektir.
Yani bir noktada karşılaştığı durum zihni ve fikri yapısının, ameli durumunun sonucudur.
Çalışana karşılığının olduğu vadedilmiştir bu ayette. Çalışmadan, tembellik yaparak zenginlik beklemek, mal-mülk sahibi olmanın hayalini kurmak boşa çabadır.
İnsan için çalışmasının karşılığı vardır, hükmü gayet açık ve nettir. Bu o kadar büyük anlam ifade etmektedir ki, anlatılamaz.
Ama gel gör ki bizdeki tembellik, üretimden uzaklaşmak, hazıra alışmak her geçen gün artarak devam etmektedir.
Zenginlik, refah ve mutlu bir gelecek arayan insanın bulunduğu noktada, yaptığı işte her an ve her gün çalışmaya, üretmeye hazır olması, kendisinin ve insanlığın geleceği için az da olsa katkıda bulunmaya gayret etmesi gerekir.
Mümine tembellik yakışmaz…
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm Suresi, 39)
#deprem #yazık #Lazkiye #Colani #Esad #SiyahKalp #Prof. Dr. Engin ARIK#Enerji #FBvRFC #Tadic #Mourinho #Talisca #YisifTekinistifa #Ali Rıza Aldık #AdnanSuphanoğlu #İran #deprem #yazık #Lazkiye #Colani #Esad #SiyahKalp #Prof. Dr. Engin ARIK#Enerji #FBvRFC #Tadic #Mourinho #Talisca #YisifTekinistifa #Ali Rıza Aldık #AdnanSuphanoğlu #İran