Okumayan, okuduğunu ve duyduğunu düşünmeyen beyinleri etkilemek için uygulanacak taktik aslında basit.
Bakın, taktik şu:
Bir cümleyi defalarca söyle; etki alanı binlerce kişi olan kişilere söylet.
Önce kulaklarda yer etsin.
Sonra kulaktan beyne geçip, beynin içine iyice yerleşsin, normalleşsin.
Algının temelini oluşturan, karşı tarafın stratejisine zemin hazırlayacak cümleler, hatta kelimeler bile bu şekilde beyinlere yerleştirilir.
Bir zaman sonra ise doğruyu, yanlışı, bilgiyi sorgulayan beyin devreden çıkar; kulakta biriken cümle ve kelimeler doğrudan dile hükmeder.
Örnek mi?
Stalin, sırf ayrımcılık oluşsun, Türklük bilinci yerleşmesin diye 70 yıl önce Azerbaycan Türklerine “Azeri” denmesini dayattı; 70 senedir bunu tam anlamıyla silemedik.
Azerbaycan Türkü diye kastedilenin, “Azeri” adı verilen birkaç milyonluk ayrı bir grup olmadığı anlatılsa da; düşünmeyen, hatta en akademik beyinlerin sahipleri bile, beyinlerindeki bilgiyi bir kenara bırakıp dile kolay geldiği için hâlâ bu alakasız kelimeyi kullanıyor.
Gelelim günümüze:
Yıllardır duyduğum ve sinir olduğum şu cümle, siyonist mantığın stratejisine altyapı olsun diye bilinçli biçimde dolaşıma sokuluyor:
“Türk-Kürt Barışı!”
Dilimizi ve kulağımızı bir kenara bırakıp, beynimizle algıdaki kötü niyeti okumaya çalışalım.
Birincisi; barış, savaşan veya kavga eden iki tarafın bunu sonlandırmak için yaptığı mutabakattır.
Peki Türk ile Kürt savaş mı yapıyor?
Hayır!
İki taraftan biri savaş mı kazandı veya kaybetti?
Yine hayır!
Eee, madem hayırsa, barış ne oluyor?
Demek ki bu cümle, öncelikle savaş–barış kelimelerinin anlamıyla uyuşmuyor.
Peki her ikisi de savaşacak potansiyelde oldukları için mi bu söyleniyor?
Bu mantık bile azıcık düşününce insana son derece saçma geliyor. Buyurun:
Peki, potansiyel düşman bile olsa, bir devlet düşmanına en yüksek yetkileri verir mi?
Türkiye’deki en yüksek makam Cumhurbaşkanlığı makamıdır, değil mi?
“Damarlarımda Kürt kanı var” diyen ve bu sözü yadırganmayan, rahmetle anılan Cumhurbaşkanımız Turgut Özal vardı.
Meclisimizdeki milletvekillerimizin yarıdan fazlası Kürt kökenlidir.
Adı “Türk” ile başlayan ve 600 milletvekili bulunan TBMM’nin yaklaşık 400’ünün Kürt kökenli olduğu tahmin ediliyor; yani yüzde 66’sı.
Üst düzey komutanlarımız orduda, devlet dairelerinde yetki sahibi üst düzey amirler arasında da Kürt kökenli vatandaşlarımız vardır.
Birlikteliğimiz ailelerimize kadar yansımıştır.
Kürt ile Türk evlenmiş, çocukları olmuştur.
Maaşa gelince; Kürt, Türk’ün aldığı maaşı alır.
Devlet memurluğu başvurusunda “Kürt mü, Türk mü?” diye araştırılması bile söz konusu değildir.
Peki “Kürt sorunu” denilen şey nedir?
Kafalarda algı oluşturmak için siyonist zihinlerin yuvarlak masalarından saçılan ideolojik ve stratejik mühendislik projelerinden başka bir şey değildir.
Bunun için de terör örgütü PKK kullanılmıştır.
Öncelikle şunu söyleyeyim:
Sivil katliamlarına bakın; katledilenlerin çoğu Kürt kökenli kardeşlerimizdir.
PKK’ya karşı mücadelede en büyük emeği verenler ise Kürt kökenli ordu mensuplarımız ve korucularımızdır.
Peki PKK Kürt mü?
Cevabı aşiret lideri İhsan Zeydan versin:
“Kuruculara ve lider kadroya bakıyorsun, çoğu Türk.
• Duran Kalkan – Gümüşhaneli, Terekeme
• Sabri Ok – Adıyamanlı, Türkmen
• Bese Hozat – Tuncelili, Avşar aşiretinden bir Türkmen
• Cemil Bayık – Elazığlı, Gakkoş Türkmen
• Mustafa Karasu – Sivaslı, Alevi Türkmen
• Ali Haydar Kaytancı – Yozgatlı
Şimdi soruyorum: PKK’yı kim kurdu?
Buyurun, bunların hepsini araştırın.”
Bir soruya da ben cevap vereyim:
1980 darbesinde kapatılmadığı hâlde yasaklanmayan tek örgüt neden PKK’ydı?
İçinde birkaç Kürt olan her yapı Kürtlerin temsilcisi midir?
Araştırın; kurduranlar da Türk çıkacaktır.
Şu an bile, kurucuları Türk olan ve kendi içimizdeki hainlerden oluşan, düşmanlarımıza hizmet eden o kadar çok terör örgütü var ki; PKK sadece bunlardan biriydi.
Adı barışsa, Türk terör örgütlerine de “silah bırak” denince bu Türk’ün Türk’le barışı mı olacak?
Peki Türk bir terör örgütü kendi içinde çatışmaya düşüp iki gruba ayrılır ve birbirlerine eylem yaparsa, sonra biri “silah kullanmayalım” derse bu da barış mı olacak?
Neyin, kimin, kiminle barışı?
Kelimelerin anlamları dışına çıkarılarak gerçekliğin ne kadar çarpıtıldığını gösteren daha birçok örnek veririm ama yazı çok uzar.
Bir de şu var:
PKK; ABD, İsrail ve daha birçok devletten parasal ve teknik destek alıyor.
Peki ABD, İsrail dâhil PKK’ya yardım eden ülkeler Kürt mü?
Hem, Devlet Bahçeli bunu ilk defa dile getirdiğinde iki gün sonraki köşe yazımda yazdığım ve özellikle son zamanlarda fazlasıyla dile getirildiği gibi; konu Türkiye'deki PKK değil ki; dibimizde yeni İsrail'i kurulmasına piyon olan, ikide bir hadsizce Türkiye'yi tehdit eden PYD,SDG; bunlara karşı yapılacak askeri harekatta oluşabilecek dış mihraklı ozellikle İsrail merkezli terör merkezl tahriklere karşı iç karışıklığı önlemek.
Peki, PYD,SDG nerede?
Suriye, Irak, İran!
Peki, buradaki terör örgütleri bu devletleri bölüp yeni İsrail oluşturulması mı sorunu çözecek!
“Problem yoksa bu konuşmalar nereden çıkıyor?” denirse;
5–6 kişilik bir ailede bile kardeşler arasında sorunlar çıkabiliyor.
Bana göre de hangi milletten olursa olsun, fazla yemek yemekten dahi, karnından başından sorun yaşıyorsa bu sorundur.
Ve;
Sorun varsa oturulur konuşulur; ama başka aileleri karıştırmadan, çozüm odaklı, konuları birbirine karıştırıp çarpıtmadan.
Köşe yazısının özüne bağlı kalarak son olarak şunu unutmamak gerekir:
Siyonist ve Evanjelik mantıkla çizilen jeopolitik mühendislerin uydurduğu algı kelimelerine kulağımızı ve dilimizi esir etmek zorunda değiliz.
#Hasan Barın #Barınajans #Barınajans
#SayınCumhurbaşkanım #CBSağllıkAtama2024 #GregBiffle #KennedyCenter #Statesville #Helene #2025AGS #AgsSağlıkAtama2024 #AgsSnTekineGüveniyor #StatüDegisikligiHakkimiz #ÖzgürÖzel #Bahçeli #Putin