Araştırmacı Yazar-Alpaslan DEMİR

Tarih: 12.09.2025 02:40

Bir Hikâye: Babadan Kalan-2 (Geçen Haftanın Devamı)

Facebook Twitter Linked-in

 

Hülya’nın babası, kasabada bulunan kömür madeni işletmesinden emekli olmuş; emeklilik sonrası köyüne, baba ocağına taşınarak babadan kalma kerpiç eve yerleşmiş, evin önündeki küçük bahçede kendince bir şeyler yetiştiriyordu. Kolay değildi, yıllarını toprağın altında gün yüzü görmeden geçirmişti. Şimdi ise günün ilk ışıkları ile bahçesinde oyalanmaya çalışıyordu. 
Yıllarca kömür ocaklarında kömür tozu soluyarak çalışması nedeniyle ciğerlerinden rahatsızlanmıştı. Emeklilik sonrası köye gelince köyün temiz havası onu bayağı rahatlatmıştı. Yoksa şehirde öksürmekten nefes alamıyordu. On yıldır köyde yaşıyordu. Emri hak vaki olmuş, dün gece hakkın rahmetine kavuşmuştu. Haberi alan Kadir ve Hülya, bulabildikleri ilk araç ile sabah apar topar köye koşmuşlar, cenazenin defin işlemine yetişmişlerdi. Cenaze öğle namazını müteakip kılınan namazın ardından toprağa verilmişti. Hülya, babasının oturduğu kerpiç evin içerisinde, Kadir de dışarıda evin hemen yanı başına kurulan çadırda taziyeye gelen misafirler ile ilgileniyordu. 
Komşulardan taziye için gelen kadınlar köy evinin büyük salonunu doldurmuş, köyün Kur’an Kursu öğretmeni Zeynep Hoca’nın okuduğu Kur’an’ı dinliyorlardı. Hülya, ağlamaktan gözleri şişmiş vaziyette komşusu Cennet Teyze’ye sarılıyor, daha az önce toprağa koydukları babası ile geçirdiği güzel günleri gözünün önüne getirerek teselli bulmaya çalışıyordu. 
Hülya'nın bir ağabeyi vardı. Onu da bundan beş altı sene önce kaybetmişlerdi. Ağabeyinin zamansız ölümü karşısında çok üzülen annesi bu acıya daha fazla dayanamamış, iki sene önce hayata gözlerini yummuştu. Babası, babadan kalma bu kerpiç evde iki yıldır tek başına yaşıyordu. Şimdi o da hayata gözlerini yummuş, baba yadigarı koca köy evi sessizliğe bürünmüştü. 
Cenazenin üzerinden bir hafta geçmiş, taziye ziyaretleri seyrelmişti. Babasının yedisini de okutmuşlardı. Artık eve dönme vakti gelmişti. Dilara'nın okulu kapanmıştı ama Kadir'in işyerinden aldığı izin bu hafta sonu doluyordu. Köydeki konu komşuları ile helalleşerek yola koyuldular. Komşuları Cennet teyze;
“Yavrum, siz buraları merak etmeyin. Ben göz kulak olurum babanızın evine. Siz de buraları boş bırakmayın, sık sık gelin. Baban küçük bahçesinde bir şeyler yetiştiriyordu.  Geldikçe bunlardan alır götürürsünüz. Ben bakımını yapar, suyunu veririm. Gözünüz arkada kalmasın. Hadi gidin sağlıcakla.” diyerek komşusunun emanetlerini uğurlamıştı. 
Şehre dönmüşler, gündelik hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Kadir’in izni sona ermiş, sabah erkenden evden çıkarak iş yerine varmıştı. Bugün iş yerinde farklı bir durum vardı, âdeta fırtına öncesi gibiydi. Koca fabrika gün boyu homurtulu sesleriyle harıl harıl çalışırken şimdi derin bir sessizliğin huzursuzluğu vardı sanki. Ortalık çok sakindi. Emekçi dostların bağıra çağıra seslerinde yükselen sohbetler, işi yetiştirme telaşları, koşuşturmalar yoktu. Neredeyse hiç kimse yoktu. Son toplantıda konuşulana göre en azından çalışanların yarısının işinin başında olması gerekiyordu. Bu işte bir gariplik vardı. Kadir, ilk defa fabrikayı bu kadar sessiz ve sakin görüyordu. 
Doğruca vardiya şefinin odasına gitti. Ustabaşı ile vardiya şefi düşünceli düşünceli oturuyorlardı. Durumlarının vahameti duruşlarındaki bitkinlikten belliydi. Selam vererek girdi. Sessiz birer baş hareketi ile aldılar selamını. Ustabaşının gösterdiği sandalyeye sessizce oturdu. Sorulacak soru çoktu ama istediği cevabı alamayacağını hissedercesine bir türlü neler olduğunu soramıyordu. Bir anlam veremedi bu duruma. Bir süre bu sessizliğin gölgesinde usulca öylece bekledi. Kısa bir süre sonra;
“Kadir Bey oğlum. Fabrika üretime bir süre ara verdi. Tüm arkadaşların beş gündür iş yerine gelmiyor. Cenazen dolayısı ile izinli olduğun için seni arayıp rahatsız etmek istemedik. Açıkçası bu durumun ne kadar süreceğini de bilmiyoruz. Sen şimdi evine git, bizden haber bekle. İnşallah bu kötü durum çok uzamaz da kısa sürede kavuşuruz işimize.” diyen ustabaşı; evine gidebileceğini, tekrar çalışmaya başladıklarında mutlaka kendisini arayarak haber vereceklerini söyleyerek Kadir’i binanın dış kapısına kadar uğurladı. Kadir'i uğurluyordu ama gözleri nemli nemliydi ustabaşının. Yıllarını verdiği fabrikanın düştüğü bu durum onu çok etkilemişti.
Kadir, fabrikadan çıktı ve kaldırımlarda çaresiz adımlarla yürürken fikir aralarında, düşüncelerindeki karanlığı aydınlatacak çözüm ışıklarının belirtisi değil yarınların telaşı vardı.  Çocuklarına aldığı gofretle mutluluk veren telaşlar ya da borç taksitlerini olmadı bir sonraki ay öderim umutlarının telaşı değildi bu seferki. Koskoca dünyada kurdukları küçük hayatlarına çöken işsiz kalma korkusunun verdiği telaştı yüreğini ürküten. 
Yürüyordu amaçsızca, kaldırımların kendisini nereye götürdüğünü hiç bilmiyordu. İş çıkışı hep koşarak giderdi evinin sokağına. Bugün adımları bir türlü gitmiyordu, varamıyordu olmayı çok istediği yuvasına. Evi fazla uzak olmadığı için işe yürüyerek gidip geldiği o yollarda şimdi dalgın dalgın dolaşıyor, bir türlü yolu eve varmıyordu. Bu kadar erken bir vakitte eve giderse eşine ne söyleyebilirdi. Aynı yastığa baş koyduğu, hayat yareni eşine hiçbir zaman yalan söylememişken şimdi yalana mı sığınacaktı? Yoksa bütün gerçeği olduğu gibi söyleyerek zaten babasını yeni kaybetmiş olan zavallı kadını üzecek miydi? Bu acının üzerine işsiz kaldığını da öğrenirse kim bilir nasıl üzülürdü. Gerçi ustabaşı, fabrika tekrar çalışmaya başladığında kendisini çağıracaklarını söylemişti ama bu durum ne kadar sürer ustabaşı bile bilemiyordu. Ustabaşının yüzünde gördüğü hüzünden bu sürecin öyle pek de kolay geçmeyeceği anlaşılıyordu.
Tüm bu düşüncelerin kargaşasında şehir merkezine doğru yürüdü. Etrafında koşturan bir hayat vardı, pek de umursayamadığı. Ana cadde üzerinde, insanların havuz başında soluklandığı parka girdi. Çam ağaçlarının gölgesinde boş bulduğu bir banka, düşüncelerin gücünü çalan bedenini son nefeste bırakırcasına oturdu. 
Şimdi ne yapacaktı? Ne iş tutup eve ekmek götürecekti? Ne kendi menfaati ne de dünyalık sefanın keyfi, hiçbir düşüncesi kendine ait değildi. Ailesinin geçimini nasıl sağlayacaktı? İşte buydu bütün tasası, kederi. Ufak tefek, ömürlük olmasa da günü kurtaracak kadar bir iş istiyordu. Mevsimin yaz başı olması nedeniyle kısa süre sonra tarla işleri başlayacaktı bulundukları kasabada. “Olmazsa amele pazarına gider, günlük tarlalara yevmiyeye gidenlere katılır, üç beş kuruş ekmek parası kazanırım.” diye düşündü. 
O gün akşama kadar hiçbir yere kımıldamadı, daha doğrusu kımıldayamadı. Gücü tükenmişti. Bir başına kaldığı anlardı. Ne kadar aciz bir kul olduğunu fark etti. Bir çaresizlik ânı neler yaşatıyordu insana. Bekar olsa pek de dert etmeyecekti belki ama omuzlarında üç can vardı. Ki bunlar, Allah’ın ona sunduğu en güzel nimetlerdi. İçi sızlıyordu onları düşündükçe. 
Parka gelerek kendini yorgun bir şekilde bıraktığı bankta kederli düşüncelerle oturmaya başladı. Gelenleri geçenleri izledi gün boyu. İnsanlar, bir yerlere yetişme telaşı ile tatlı bir koşuşturma içerisindeydi. Daha düne kadar kendisinin de bu insanlar gibi olduğunu, sürekli bir yerlere, bir şeylere yetişmek için koşuşturduğunu düşündü. Oysa şimdi bu koşuşturmaca ne kadar da tuhaf geliyordu. “Demek ki hayat böyle.” diye geçirdi içinden. Kısa süre önce yaşamın zorlukları içinde kavgasını verirken şimdi bir kenardan izliyordu hayatı. Soluksuz zamanın acımasız yüzünü görüyordu o koşuşturmalarda. 
Yarından tezi yok bir iş bulmalıydı. Vakti boşa harcamanın anlamsız olduğunu anladı. Ne yapıp edip işsizlik konusunu çözmesi gerekiyordu. İşyerindeki bu bekleyişin hayra alamet olmadığını biliyordu.  O karar ile evinin yolunu tuttu. Eve ulaştığında eşinin yemek hazırlama teklifini çok yorgun olduğu, hemen yatıp uyuyacağı bahanesiyle kabul etmedi. Boğazına takılan öyle bir lokma vardı ki yenilir yutulur değildi. 
Elini yüzünü yıkayıp üzerini değişti. Yorgunluk kahvesi de istememişti bugün. Kendisini yatağın o koruyucu kucağına bıraktı. Gözleri tavanda, sabah ustabaşı ile aralarında geçen konuşmaya ve gün boyu parkta düşündüklerine dalıp gitti. Yarından tezi yok bir iş bakmalı, eve ekmek getirmek için üç beş kuruş kazanmanın yolunu bulmalıydı. Yatağında bin bir çeşit düşüncenin muhasebesini yaparken birden beliren bir umut ışığı ile yüreği aydınlandı. 
“Allah deldiği boğazı aç koymaz! Evet ya! Yattığın yerden kim aş verir. Allah’tan umut kesilmez. Mutlaka bir hayır vardır bu işte. Yaşamadan göremeyiz. Sabah ola hayır ola. Elbet bana göre de bir iş vardır. Önemli olan helalinden rızkımızı aramak.” diyerek kendini motive etti. İnsan, her zaman kendinin en iyi yoldaşıydı. Yeter ki kendisiyle barışık olsundu. Vermiş olduğu bu kararın rahatlığı ile bir süre sonra gözleri uykuya teslim oldu.
Ertesi gün amele pazarına giderek ırgat çavuşları ile görüştü. İki gün sonra pamuk toplama işine başlamak üzere bir ırgat çavuşu ile anlaştı. Bu iki gün boyunca da sabah erkenden kalkarak işe gidiyormuş gibi evden vakitlice çıkacak, o her zaman oturduğu bankta akşamın olmasını bekleyecekti. Kahve alışkanlığı yoktu. Kıraathanelerin boğuk dumanlı havasını oldum olası sevmezdi. O yüzden zaman geçirebileceği en güzel yer dünkü oturduğu park idi. Bu birkaç günlük süreçte eşi ve çocuklarına işsiz kaldığını hissettirmeyecekti. 
Kadir böyle düşünüyordu ama eşi çoktan Kadir’deki değişimin farkına varmış, konuşmak istememesi nedeniyle durumu hakkında bilgi edinmek için başka arayışlara girişmişti. Kadir ile aynı farikada çalışan Mustafa iki sokak ileride oturuyordu. Mustafa’nın hanımı Lale ile bir komşu ziyaretinde tanışmıştı Hülya. O günden beri de zaman zaman görüşüyorlardı. 
Eşindeki bu durgunluğun iş yeri ile alakalı olduğuna kanaat getiren Hülya, Kadir’in eve yorgun gelip yemek yemeden yattığı gecenin sabahında, eşinin hemen arkasından çıkarak Lale’nin yanında aldı soluğu. Lale, fabrikanın durumu hakkında kocası Mustafa'dan öğrendiklerini Hülya ile paylaştı. Olanları öğrenen Hülya, can yoldaşının sıkıntısını paylaşamadığı için çok sıkılıyordu. Kadir kendisiyle konuşup duygularını açmadan, bildiklerini hissettirmemek için hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranmaya devam ediyordu.  
İki gün geçmiş, ırgat çavuşu ile anlaştıkları üzere yevmiyeci olarak tarla işlerine gitmeye başlamıştı Kadir. Gün boyu tarlada, güneşin altında çalışıyor, akşamları eve geldiğinde çok yorgun oluyordu. Eşine hiçbir şey söylemeden birkaç gün ırgatlığa gitti. Ama bu böyle devam edemezdi. “Ben söylemesem de fabrikada olanları mutlaka bir yerden duyar.” diye düşündü. Artık hayat yoldaşına gerçekleri anlatmanın zamanı gelmişti. 
Yine bir akşam iş dönüşü yemeklerini yemişler, Hülya yorgunluk kahvesini yaparak salona, Kadir’in yanına gelmişti. Kadir kahvesinden ilk yudumu aldıktan sonra;
“Hülya, canım karıcığım, seninle bir şey konuşmam lazım. Belki bunu daha önce söylemem gerekirdi. Bilemiyorum, nedense söylemek, daha doğrusu seni üzmek istemedim. Bizim fabrikada durum biraz karışık ve bir süreliğine üretim durduğu için hepimiz işsiz kaldık. Bir haftadır pamuk toplamak üzere ırgatlığa gidiyorum. Biliyorum, bunu söylemesi çok zor ama senin de öğrenmeye hakkın var. Bir süreliğine idare etmemiz gerekecek canım…” diyerek anlatmaya başladığında Hülya sessiz bir şekilde dinledi. Sonrasında eşine biraz daha yaklaştı ve iki eli ile Kadir'in belini sararak kirli sakallı yanağına bir buse kondurdu:
“Canım, iyi günde de kötü günde de birlikteyiz Allah’ın izniyle. Bugünler de gelir geçer. Sen canını sıkma. Ben biraz daha dikkat ederim. Kısa sürede fabrika yeniden üretime başlar sen de eski işine geri dönersin inşallah. Sen hiç canını sıkma.” diyerek eşini daha sıkı sardı. 
Göz göze geldiklerinde ikisinin de gözlerinin içi gülüyordu. Hülya, boşalan kahve fincanlarını bırakmak üzere mutfağa yöneldi.
Kadir, pamuk toplama sezonu bitene kadar gitti geldi. Pamuk toplama işi bitince yine işsiz kaldı. İş için başvurduğu her yerden olumsuz cevap almak canını çok sıkıyordu. Ama yapacak bir şeyi yoktu. Bir iki defa fabrikanın yeniden üretime başlama tarihi hakkında herhangi bir gelişme var mı diye sormak için ustabaşının yanına gitti. Hiçbir sonuç alamadan gerisin geri döndü. 
Hülya da durumun farkındaydı ama yapacak bir şeyi yoktu. Biricik eşi Kadir’in üzüntüden kendini harap ettiğini görüyor; çaresizce izlemekten, gözü nemli bir şekilde bol bol dua etmekten başka bir şey düşünemiyordu. Yine bir akşam Kadir iş bulamadan eve gelmiş, yemek bile yemeden üzerini değiştirerek kendini gecenin o sessiz ve her geleni kucaklayan kollarına bırakmıştı. 
Hülya, çocukları uyutana kadar eşini kendi hâline bırakmış, yanına yaklaşmamıştı. Bir süre yalnız kalmasının daha iyi olacağını düşünüyordu. Çocukları uyuttuktan sonra eşinin yanına geldi. Eşi ile dertleşmek üzere yatağa sırt üstü uzandı. Kadir’in gözünü uyku tutmadığı için yatakta debelenip duruyor, bir sağa bir sola dönüyordu. 
Hülya;
“Canım, bugün Mustafa’nın eşi Leyla’nın yanına gittim. Mustafa da seninle aynı durumda olduğu için ne yapıyorlar, nasıllar bir görmek, biraz da dertleşmek istedim. Ne de olsa onlar da bizim yaşadıklarımızı yaşıyorlardı. Onlar ne durumdalar, bir eksikleri ihtiyaçları var mı diye merak ediyordum. 
Köyden Leyla'nın annesi ve babası gelmiş. Onlarla tanıştım. İki sevimli ihtiyar, bir görsen! Konuşurken gözlerinin içi gülüyor. Sohbet anında babamı, köyümüzü sordular. Sanırım Leyla'dan öğrenmişler durumumuzu. Ben de babamı kısa süre önce kaybettiğimizi, köyde yaşayan hiçbir yakınımın kalmadığını söyledim. Leyla’nın annesi bana, ‘Baban ne iş yapardı?’ diye sorduğunda ben de kömür işletmesinden emekli olduğunu, annemi kaybedeli beri köyde yalnız yaşadığını, tüm ısrarlarımıza rağmen, ‘Ben o şehrin kirli havasını yıllarca soludum. Artık burada, babadan kalma evde yaşamak, köyümün temiz havasını solumak istiyorum.’ diyerek gelmek istemediğini anlattım. 
Bunun üzerine Leyla'nın annesi köylerinden bir tanıdıklarından bahsetti. Kadının kocası işsizmiş. Birçok işe girmiş çıkmış, bir türlü düzenli bir iş kurup çalışmıyormuş. Şehre çalışmaya diye gidiyor, aylarca arayıp sormadığı gibi bir haber, bir harçlık dahi göndermiyormuş. Kadının babası da babam gibi kömür işletmesinden emekli imiş. Kadıncağızın babası ölünce, eşi ile anlaşmalı boşanmışlar. Yine birlikte yaşıyorlarmış. İmam nikahı duruyormuş, devletin nikahını boşamışlar sadece. Boşandıktan sonra da kadın rahmetli babasının emekli maaşını almaya başlamış. 'O günden sonra evlerine sıcak bir ekmek girmeye başladı kızım.' dedi Leyla'nın annesi.
Canım, ben de düşündüm ki...”
“Neyi düşündün Hülya'm?”
“Kadir, biz de seninle öyle mi yapsak ha, ne dersin?”
“Ne yapalım?”
“Biz de seninle o kadın ve kocası gibi boşansak! Ne dersin, boşanalım mı?”
“Ne diyorsun Hülya’m sen? Ne boşanmasından bahsediyorsun?”
“Öyle gerçek boşanma değil. İmam nikahımız devam edecek. Sadece devlet nikahından boşanacağız. Hem o zaman ben de babamın maaşını alırım. Bak görüyorsun durumumuzu. Sen yazıda yabanda çok yoruluyorsun. Üç beş kuruş kazanacağım diye sıcak güneşin altında kapkara yanıyorsun.”
“Olmaz öyle şey Hülya'm. Ben… Ben bunu yapamam!..”
“Bunda kötü bir şey yok ki!”
“Ne demek kötü bir şey yok! Ben insanların yüzüne nasıl bakarım. ‘Bir evin rızkını temin edemedi. Düştüğü duruma bak!' demezler mi? Hem ...”
Hülya, eşinin konuşmasını bölerek:
“Dedim ya… Biz yine evli kalacağız. Sadece devlet nikahını boşamış olacağız. Hem ben babamın maaşını alırsam düzenli bir gelirimiz olacak. Ben...” 
Bu defa da Kadir eşinin konuşmasını bölerek:
“Hülya'm. Rızkı veren Hüda’dır. Elbet bir rızık kapısı açar. Hem senin bu söylediğin resmen sahtekarlık, devleti dolandırmak. Oradan gelecek para da haram!.. Ne demek anlaşmalı boşanmak? Sakın bir daha böyle bir şey söyleme. Ben… Ben bugüne kadar evime, çocuklarıma helalinden ekmek getirmek için gece gündüz çalıştım çabaladım. Bugünden sonra da aynı şekilde çalışmaya devam ederim. Şu üç günlük dünyada rahat edeceğim diye çoluk çocuğuma haram yediremem ben Hülya'm!”
Ortama derin bir sessizlik çökmüştü. İkisi de kendi hâlinde düşünüyor, bu durumdan bir çıkar yol bulmaya çalışıyorlardı. Hülya’nın niyeti elbette kötü değildi ama Kadir, insanları ve devletin kurumlarını aldatma, hakkı olmayana el uzatma olarak gördüğü böyle bir durumu kendisine yakıştıramıyordu. Sabredecek, bir çıkar yol göstermesi için Allah’a dua edecekti.
Birkaç gün geçmişti ki, fabrikanın tekrar üretime başlayacağı haberi geldi. Fabrika yönetimi buhranı aşmayı başarmış, çok az sayıda işçi çıkararak kaldığı yerden üretime devam etme kararı almıştı. Kadir de tekrar işbaşı yaptırılan şanslı çalışanlardan biriydi. Haberi, Kadir’in arkadaşı Mustafa getirmişti. Mustafa da işe tekrar başlatılanlardandı. Ertesi gün birlikte gidecek, tekrar işbaşı yapacaklardı. 
Kadir, evde çaresiz bir durumda beklemekteyken gelen haberle âdeta yeniden doğdu. Birkaç aydır gülmeyen yüzü gülmeye, yarına umutla bakmaya başladı. En çok sevindiği durum ise bu zor süreci eşiyle birbirlerini üzmeden, kırmadan atlatıyor olmalarıydı. Her türlü sıkıntıya birlikte göğüs germişler, en zor zamanlarında birbirlerinin yanında olmuşlardı. Bundan daha büyük mutluluk olamazdı.

-SON-

Alpaslan Demir

İstanbul-12.09.2025

alpaslandemi@gmail.com

 

#Barinajans #Barınajans #kizilcikşerbeti #AK Parti #Kırmızı #Yusuf Tekin #Beykoz #Arda Güler #Vali #SumuduSavun #Orkun #BenceOsmanlı #Sergen Yalçın #Abraham #Hakem #ultAslanUNI #Halil İnalcık #Penaltı #Recep Uçar #HastaTutukluluk İşkencedir #Rafayı 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —