Türkiye ile İran arasındaki ilişki, son dönemde hem bölgesel dinamikler hem de iç politik hesaplar nedeniyle dikkat çekiyor. İran’ın Türk ve Azerbaycan karşıtı söylemleri, Türkiye’nin diplomatik eleştirileri ve iki ülkenin büyük güçlerin stratejik oyunlarındaki rolleri, bu hassas dengeyi daha da karmaşık hale getiriyor. Peki, Türkiye bu denklemde nasıl bir yol izlemeli?
İran, nükleer kapasitesine güvenerek bölgede sesini yükseltmeye çalışsa da, içerdeki 45 milyon Türk ve diğer etnik grupların huzursuzluğu, rejim için ciddi bir risk barındırıyor. Bu durum, Türkiye’ye askeri bir müdahaleye gerek kalmadan diplomatik baskılarla avantaj sağlama fırsatı sunuyor. İran’ın Çin ile yakınlaşması ve İpek Yolu’nu engelleme çabaları ise Türk devletlerinin birliğine yönelik bir tehdit olarak algılanıyor. Ancak İran’ın bu politikaları, ABD, Rusya ve Avrupa gibi güçlerin bölgedeki çıkarlarına hizmet ederken, kendi bağımsızlığını da zora sokuyor.
Rusya örneği burada çarpıcı bir ders sunuyor. Nükleer gücüyle İran’dan çok daha kudretli bir devlet olan Rusya, geldiği noktada Ukrayna meselesinde ciddi bir çaresizlik yaşıyor. Dün Ukrayna topraklarında NATO’yu görmek istemeyen Moskova, bugün Ukrayna’nın AB ve ABD arasında paylaşılmasına ses çıkaramıyor. Öte yandan, dün Ukrayna’nın yanında duran ABD ve Avrupa, bugün kendi çıkarları için Rusya ile bazı konularda uzlaşı arayışında. İran’ın çıkarması gereken sonuç basit: Büyük güçler önce silah satar, sonra kazananın yanında saf tutar. Ve şu an Fars molla rejiminin baskısından bıkmış 45 milyonluk nüfusun en az 10 milyonu, doğuştan savaşçı bir ruha sahip. İnsan faktörü, hele ki bu insanlar asker doğmuşsa, her türlü silahtan daha belirleyici olabilir.
Küresel güçler İran’ı bir denge unsuru olarak kullanmaya devam etse de, bu destek koşullu. İran’ın zengin yeraltı kaynakları ve stratejik konumu, bugün büyük güçlerin iştahını kabartsa da, çıkarlar değiştiğinde bu ülkeler İran’ı yalnız bırakabilir. İç politikadaki etnik ve mezhebi gerilimler ise İran’ı uzun vadede kırılgan bir noktaya taşıyabilir. Bu, Türkiye için hem bir fırsat hem de bir sorumluluk demek. Ankara, dikkatli bir diplomasiyle hem İran’ın zayıf noktalarını göz önünde bulundurmalı hem de bölgesel istikrarı koruma hedefinden şaşmamalı.
Sonuç olarak, Türkiye-İran ilişkileri, karşılıklı çıkarlar ve bölgesel güç mücadeleleri arasında şekilleniyor. İran’ın iç çalkantıları ve büyük güçlerin değişken tutumları, bu denklemi daha da öngörülemez kılıyor. Türkiye’nin izlemesi gereken yol ise net: Diplomasiyi önceleyen, dengeli ve stratejik bir duruşla hem kendi çıkarlarını korumak hem de bölgedeki güvenliği sağlamak. İran’ın geleceği, sadece nükleer silahlarına değil, iç dinamiklerine ve Türkiye gibi komşularıyla ilişkilerine bağlı olacak.
#deprem #yazık #Lazkiye #Colani #Esad #SiyahKalp #Prof. Dr. Engin ARIK#Enerji #FBvRFC #Tadic #Mourinho #Talisca #YisifTekinistifa #Ali Rıza Aldık #AdnanSuphanoğlu #İran