İsrail devletinin kuruluşundan (1948) bu yana Ortadoğu’da süregelen çatışmalar ve kan dökülmesi bölgenin en temel sorunlarından biridir. Tarih boyunca bölgedeki güçlerin ve dış aktörlerin müdahaleleri, “böl-parçala-yönet” türü stratejilerle etnik ve dini ayrışmaları körüklemiş; bunun bedelini halklar ödüyor.
İsrail’in bölgedeki gücünü yalnızca ekonomik ya da askeri kapasiteyle açıklamak eksik kalır. Asıl etkin araçlardan biri, toplumlar arasındaki güvensizlikleri ve ayrışmaları besleyen politikalar olmuştur. Bugün şahit olduğumuz olaylar, orduların ya da ülkelerin yalnızca askeri güç üzerinden değerlendirilmemesi gerektiğini; zihniyetlerin, politikaların ve dış müdahalelerin toplumsal sonuçlarının en az silah kadar belirleyici olduğunu gösteriyor.
Bölgedeki dayanışmayı zayıflatan dinî, etnik ve siyasi ayrışmalar; halkları birbirine düşman eden söylemler; bazı dini kurumlara ve kanaat önderlerine nüfuz ederek toplumların kutuplaşmasına yol açan etkiler, uzun vadede bölgenin gelişmesini engelliyor. Bu tür ayrıştırıcı yapıların çözümü militarize edilmiş bir yaklaşımdan çok, kapsamlı sosyo-ekonomik, diplomatik ve toplumsal dönüşümle mümkündür.
İsrail sorununa yönelik olarak üç ana barışçı ve sürdürülebilir yol öne çıkıyor:
1. Askerî seçeneklerin riskleri
Askerî müdahaleler kısa vadede çözüm gibi görünse de uzun vadede büyük ekonomik, insani ve jeopolitik maliyetler doğurur. Uluslararası çatışma olasılığı, sivil kayıplar ve ekonomik çöküş gibi sonuçlar bütün bölgeyi etkiler. Bu yüzden devletler arasında çatışmayı tercih etmek doğru bir yol değildir.
2. Ekonomik güçlenme ve bağımsızlık
Bölge ülkelerinin ekonomik olarak güçlenmesi, dışa bağımlılığı azaltır ve siyasi bağımsızlığı pekiştirir. Türkiye gibi bölgesel aktörlerin ekonomik atılımları, yatırım ve ticaret bağları aracılığıyla çevresindeki ülkelerle ilişki kurması, alternatif güç dengeleri oluşturabilir. Ayrıca bölgesel ekonomik entegrasyon, gerilimleri azaltmaya yardımcı olur.
3. Birlik, diplomasi ve toplumsal dayanışma
En etkili yol, bölgesel iş birliği ve dayanışmadır. Ortadoğu ülkelerinin siyaset, ekonomi ve toplum alanlarında daha fazla koordinasyon sağlaması; karşılıklı güven inşa edilmesi; kültürel ve insani diyalogların güçlendirilmesi, ayrıştırma stratejilerinin boşa çıkmasını sağlayacaktır. Türkiye’nin tarihi ve coğrafi konumu, bölge içi entegrasyonu teşvik edecek bir rol üstlenmesine imkân tanıyor; bununla birlikte bu sorumluluk dikkatli, kapsayıcı ve ayrıştırıcı değildir.
Ayrıca İslam dünyasında iç kaynaşmayı engelleyen unsurların, dış güçlerin politikalarına hizmet etmesine izin verilmemelidir. Sivil toplumu, kanaat önderlerini ve eğitim kurumlarını güçlendirerek, halkın temel insani ve dini değerleri korunmalı; aynı zamanda demokratik, şeffaf ve hesap veren yönetimler desteklenmelidir.
Bizler, İslam ümmeti ve bölge toplumları olarak, boyun eğmeyi ve büyük güçlerin oyununa alet olmayı reddetmeliyiz. Bu; güç gösterisiyle değil, eğitim, ekonomi, hukuk ve diplomasiyle mümkün olur. Adalet, eşitlik ve hukuka dayalı ilişkiler inşa edildiğinde; ayrıştırma ve kutuplaştırma siyaseti etkisiz kalır.
Sonuç olarak: Ortadoğu’da barışın ve istikrarın yolu savaş değil; ekonomik güçlenme, kapsayıcı birlik ve akıllı diplomasiyle mümkündür. “Yurtta birlik, bölgede birlik” anlayışıyla hareket etmek, hem bölge halklarının refahını artırır hem de uzun vadede kalıcı barışın önünü açar.
#Bahçeli #MHP #OzanAkbaba #Daltonlar #Acil #Orkun #BJKvFB #PolisKuruluBekliyor #sarasayenisözleşme #TÜBİTAK #Beşiktaş #Fenerbahçe #FurkanHareketiTekürek #Duran #NewYork #RecepTayyipErdoğan
Evet 261 Kişi
Hayır 8 Kişi