İnsan neye kulak kesilirse ötekine sağır kalır. Bu sözün günümüz insanını ilgilendiren boyutu nedir? Büyük alem, küçük alem, bütün alem madde ve ruhtan mı oluşmuştur? Her şeyin bir maddesi bir de manası mı vardır? İnsan neden ve nereden beslenirse zihin ve beden inkişafı o şekilde mi gerçekleşir? İnsanı doyumsuzluktan, beslendiği hakikatin bilgisi kurtarabilir mi sizce? Bu dünyanın insanı öteki dünyanın da iyi insanı olabilmek için kendini nasıl korumalı mıdır? Bu kadar çok imtihana maruz kalan insan, bu kadar çok çeldiricinin olduğu bu çağda nasıl yaşamalı, nasıl davranmalı, nasıl düşünmeli?
Malumunuz insanın en temel en önemli yetilerinden biri merak eden bir varlık olmasıdır. İnsan kendisine problem ettiği mesele üzerine sorular sorar ve cevaplar bulmak ister. Hemen hemen her şeyin "Google" a sorulduğu bu dönemde sorularımızın muhatabı gerçekten o konunun uzmanı, ehli midir? Ya da her sorunun cevabına internet üzerinden ulaşabilir miyiz? Doğru kaynaklara erişebilmek için doğru kaynaklardan beslenmek gerekir. Bugün alim az ama muallim çok. İnsan bilmediği konunun cahilidir ya. Peki bildiği konunun alimi olabilir mi? Ne kadar okuduğun kadar ne okuduğunda önemlidir. Burada karşımıza usul, metodoloji yani yöntembilim çıkıyor. Araştırma yaparken nelere dikkat etmeliyiz, asli kaynaklara nasıl erişebiliriz?
İnsan bilmek isteyen bir varlık olarak kendisini, evreni ne kadar keşfedip bilebiliyor? Bilmek aynı zamanda bir ihtiyaç mıdır? Hakikatin bilgisi nelerin bilgisidir? Hakikatin bilgisi gerçekten bilinebilir mi? Bütün bu epistemolojik sorular insanın bilme yolculuğunun aydınlanmasını sağlayan sorulardır. Ama bir kısım okuyucular Adnan Hocam felsefe yapma diyerek, insanın bu serüvenini felsefeyle birlikte hafife almayı isteyecek olabilirler. Oysa ki düşünmek insanın en soylu uğraşısıdır. Günlük yaşantımızda bile düşünmeden söylemek ve yapmak bize hata yaptırır. Düşünmeden, ölçüp tartmadan söylenen sözler kalp kırar, küskünlük doğurur. Düşünmeden, planlamadan, önünü sonunu düşünmeden yapılan işlerin8 sonu hayırlı olmayabilir. Ama her ne hikmetse konu felsefe ve felsefeciler olunca sıralınır cümle ön yargılar... Fazla düşünmekten kafayı yemeye, dinsiz imansızlıktan ateizme, boş konuşmaktan safsataya kadar birçok özellik yüklenir felsefecilere ...
Bazen bu tür ön yargıları olan insanlara sorarım, "Bugüne kadar kaç felsefeci tanıdınız?" diye. Genellikle lise de bir ya da iki öğretmenini ya da üniversitede okuduğu alanın felsefeyle alakalı olan bir dersine felsefe bölümünden giren bir hocayı kısmen tanıyarak çeşitli olumsuz yargılara sahip olduklarını söylerler. Eğer benimle ilgili olumlu bir izlenimi varsa ama sen onlar gibi değilsin diye sözü bitirirler. Bazen popüler akademik kimlikler, felsefe üzerine çekilmiş filmler ya da yazılmış kitap ve yazılar da bizlerin felsefe, felsefeci algısı üzerinde etkili olabiliyor. Bir de şu hususu göz ardı etmemek gerekir. Bir kısım yayın evlerinden çıkan eserler ve bu eserlerin yazarları, televizyondaki konuşmacılar anlaşılmamak adına yazıp konuştukları için bu ön yargıya çanak tutmaktadırlar.
Velhasılı kelam, tıpkı Yüce Allah 'ın bildirdiklerinin bilinmesi gerektiği gibi insan bilinmek, anlaşılmak ister. Tanışmadan bilemez ki insan. Aç açabildiğin kadar zihninin ve kalbinin kapılarını... Korkma bir şey olmaz.