BİR HİKÂYE
BOŞ DÜKKÂN…

“Erol ağabey, şu bizim işe bir el atar mısın?” denildiğinde; işin ne olduğu, nasıl yapılacağı, nerede başlayıp nerede biteceği hakkında herhangi bir soru sormaz, kendisine gösterilen ortama veya duruma şöyle bir bakış attıktan sonra ne yapılması gerektiğine karar vererek en kısa sürede sonuca ulaşırdı. Bu sonuç her seferinde yardım talebinde bulunanın beklentisini karşılar, hatta umulandan daha da güzel olurdu.
İş ve özel yaşamında yediden yetmişe herkesin ihtiyacına koşan, kendisinden yardım umup da bunu söyleyemeyenlere dahi ihtiyaç duyduklarını fark ettiği anda destek olan birisiydi o. Şehrin en büyük reklam ajanslarından birinde çalışıyordu. İşletmeye dışarıdan bakanlar, Erol ile ilk defa iş yapanlar, onu işyerinin sahibi, patronu zannediyorlardı. İşini öylesine benimseyerek ve titizlikle yapıyordu ki, onun ücretli çalışan bir eleman olduğunu ancak yakından tanıyanlar biliyordu. 
Kendisine patronmuş gibi davrananları saygı ile karşılıyor, işyeri sahibini asla mahcup duruma düşürecek hareket ve davranışlarda bulunmuyordu. Karşısındaki kişi ilk defa karşılaşmış olduğu birisi dahi olsa, sohbetin en uygun yerinde; kendisinin patron olmadığını, ücretli bir çalışan olduğunu, son kararı kendisi verse bile yine de bunu işletme sahibine onaylatması gerektiğini söylüyordu.
Güler yüzü, girişken kişiliği ve çabuk diyalog kurması neticesinde ilk defa işe başladıklarında küçük bir işletme olan reklam ajansının beş yıl gibi kısa bir sürede, öngörülmeyen büyüklükte bir atılım yaparak şehrin en büyüğü olmasında çok emeği vardı. 
Patronu da bunu her fırsatta ifade ediyor, kendisi pek ön plana çıkmıyordu. Reklam alanında önemli bir proje ile gelenlere Erol’u işyeri sahibi olarak tanıtıyor, her ne kadar kendisi patron gözükse de Erol’un tam yetkili olduğunu, onun vereceği kararın nihai karar olduğunu ve fiyatı da yine Erol’un belirleyeceğini söylüyordu.
Dışarıdan bakıldığında muazzam bir dostlukları ve birliktelikleri vardı. Hani derler ya; “düşman çatlatan…” diye, tıpkı o şekildeydiler. Uykuda geçen zaman hariç neredeyse günün her saati birlikteydiler. Bu durum birçok insanın takdirini kazandığı gibi bazılarını da kıskançlıktan çatlatıyordu. Zaman zaman çok farklı dedikodular ortaya atılıyordu Erol hakkında. Özellikle de ekonomik, parasal konularda çabuk yakıştırmalar yapılıyordu.
Bu konular açıldığında işletme sahibi Aykut; “Erol ağabey dükkânın sahibidir. Tüm işlerimizi o yürütüyor. Ne iş yaparız ne kazanırız, ben bilmem. Erol ağabeyin ne kadar maaş aldığını da bilmem. Bilmeme de gerek yok. Ona sonuna kadar güveniyorum. O, hiçbir zaman hak etmediği bir şeyin peşine düşmez, haksız kazanmaz. Alnının teri ile kazandığından başkasında da gözü olmaz. O yüzden çok güvenirim ben ona.” diyerek söylentilere cevap veriyordu.
Zaman hızla geçiyordu. Erol, her zamanki gibi işine dört elle sarılıyor, rekabetin oldukça sıkı olduğu reklam piyasasında her gün yeni bir iş bulabilmek için canla başla çalışıyordu. Mesai saati diye bir kavram yoktu onun hayatında. İşin olduğu her vakitte, her daim hazır ve nazırdı. 
Böyle koşuşturmaca içerisinde bir gün işyerine geldiğinde hiç de hoş olmayan bir durumla karşılaştı. Kardeşi bildiği, o şekilde yaklaştığı ve kardeşine destek olur gibi işine dört elle sarıldığı patronu Aykut’un tavır ve davranışlarında bir gariplik vardı. Dalgın bakıyordu, bir şeyler düşündüğü her hâlinden belliydi. Kendine ait olmayan farklı tavırlar sergiliyor, hiç gülmüyordu. Sanki birilerine veya bir şeylere öfkelenmiş gibiydi. 
Erol, Aykut’un davranışlarının sebebini anlayamamış bir anlam verememişti. Gün içerisinde yaşadığı bir şeyden böyle davranıyor olabileceğini düşündüğünden herhangi bir şey de söylemedi. Kendi hâline bıraktı. Çünkü kendisi, o tür duygu durumlarında yalnız kalmak ister, kesinlikle müdahale edilmesinden hoşnut olmazdı. Bir süre yalnız kalır, sonra normal yaşamına geri dönerdi. Aykut’un da bir süre sonra normale döneceğini düşünerek tepkisiz kaldı bu duruma. 
Ertesi gün, daha sonraki gün… 
Bu durum bir hafta devam etti. Böyle sürüp gidemezdi. Aykut’un davranışları ister istemez işe de yansıyordu. Bazı müşteriler karşısında beklenmedik çıkışlar yapan Aykut, düzenli giden işi bir cümlesiyle, bir anda çıkmaza sokuyordu. Erol daha fazla dayanamadı. İş yerinin arka tarafında büyük baskı makinalarının çalıştığı atölyede baş başa kaldıkları bir anda;
“Aykut! Gardaş bir sorun mu var? Son bir haftadır davranışların değişti. Sözlerin bazen kırıcı oluyor. Sende bir değişiklik var. İyi tanırım seni, bu tavırlar sana ait değil. Hayırdır, konu çalışanlarla mı ilgili?  Bilmeden bir hatamız mı oldu? Yoksa farkında olmadan bir yanlış mı yaptık? Varsa bir durum söyle de ona göre hareket edelim.” 
Aykut, önce bakışlarını kaçırdı. Cevap vermek istemedi. Ama ısrarlı bakışlarını görünce cevap vermek zorunda hissetti kendini. Yumuşak ve gönülsüz bir ses tonuyla;
“Erol abi, yolumuzu ayırmanın zamanı geldi sanırım. Bundan sonra yalnız devam etmek istiyorum. Ne istiyorsan vereyim. Hiçbir alacağın kalmasın bende. Hatta dükkândan da istediğin malzemeyi, arzu ettiğin makina ve ekipmanı alabilirsin.” diyerek kısa ama keskin cümlelerle konuştu. 
Erol ne diyeceğini bilemedi. Bunca yıllık dostluğun, arkadaşlığın, hatta ve hatta kardeşliğin böylesine basit birkaç cümle ile son bulması olacak iş değildi. İşinden koparılıp atılıyordu. Bunca yılın emeğinin iki söz ile bitirilmesi ona çok ağır geldi. Güçlükle yutkundu, oturduğu yerde kaldı. Sustu. Konuşacak hâli kalmamıştı.
“Tamam. Patron sensin. Sen bilirsin. O zaman hakkını helal et gardaş. Ben bugünden itibaren yokum. Senden herhangi bir talebim de yok. Dükkândan da hiçbir şey almayacağım. Yolun açık olsun.” diyerek elini uzattı. 
Aykut uzatılan eli sıkmakta tereddüt yaşıyordu. 
Erol;
“Aykut! Bunca yılın dostluğu var! Gerekçen ne ise söylemedin. Ben, bilerek sana bir şey yapmadım. Sana kim ne anlattı bilemiyorum. Bak, sana yine söylüyorum. Bu kararına saygılıyım. Karar senin... Bana laf düşmez. Ama senden, bu kararı vermene sebep olan her ne ise benimle paylaşmanı istiyorum. Eğer bu yaptığımı düşündüğün şey elini uzatamayacağın kadar ağır ise bunu bilmeye hakkım var. Bunu mutlaka anlatman lazım. Yok öyle değilse, uzat şu elini iki dost olarak ayrılalım.” diyerek gözünün içine baktı. 
Aykut, istemez hareketlerle elini uzattı, tokalaştılar.
Erol; 
“Allah'a ısmarladık.” diyerek dükkândan çıktı. Dışarıda hava kararmak üzereydi. Dar kaldırımlarda mütereddit adımlarla yürümeye başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu. Bilmek istediği, şu an nerede ve nasıl olduğu değildi. Aykut’un o tavrı ve iki sözle her şeyi bitirerek işine son vermesiydi. Çok sonlar yaşamıştı ama bu öyle değildi. Emeğini katık ettiği işi ve dostun ötesinde biri zannettiği Aykut’un kendisine böyle davranmasının sebebi neydi? Asıl bilmek istediği buydu. Daha önce hiç bu kadar erken ayrılmamıştı iş yerinden. Akşam vakti mutlaka yarına yetiştirilmesi gereken acil bir iş çıkar ve birkaç saat mesai yapmak durumunda kalırdı. 
İşyerinden çıktığında canı çok sıkkındı. Az önce yaşadıklarını tekrar tekrar düşündü. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Bugüne kadar sanki kendi işyeri imiş gibi gece gündüz çalışmış, yeri gelmiş maaşını geciktirerek dükkânın ödemelerini aksatmamaya gayret etmiş ama hiçbir zaman hak ettiğinden fazlasını almadığı gibi en azından fazla mesai gibi birçok alacağından da feragat etmişti. 
Ne olmuştu da bugünkü duruma gelmişlerdi? 
Bir yandan hayal kırıklığının sirayet ettiği adımlarla kaldırımları çiğniyor bir yandan düşünüyordu. Anlam veremediği şeyler yaşamıştı, kolay değildi. Masanın üzerindeki bardağın yere düşerek kırılıp dağılması gibiydi yaşadığı. Anlık bir olayla perde kapanmıştı. Cevapsız suallerin münakaşasında sessizce adımlıyordu.
Karşısından gelen, daha önce iş yaptığı esnafların verdiği selamı alıyor, hâl-hatır sorgularını donuk kısa cümlelerle geçiştirerek hızlıca oradan uzaklaşıyordu. Kimse ile görüşmek, konuşmak istemiyordu. Bu yüzden eve de gidebileceği kadar geç gitmeyi, evdekilere bu durumu hissettirmeden yatağa girmeyi düşünüyordu. 
Havanın kararması ile esnaf birer ikişer kepenk indiriyor, birbirini selamlayarak evinin yolunu tutuyordu. Her geçen dakika biraz daha sakinleşen kaldırımlarda saatlerce dolaştı durdu. 
İş telaşında yaşadığı hayattan daha yoğun bir yaşamın olduğunu fark ediyordu. Öyle adamıştı ki kendini işine, dışarıda yaşanan o koca dünyadan habersizdi. Şimdiye kadar, yaşadığı hayatın farkında olmadığını anladı kaldırımları adımlarken. Boşalan kaldırımların sahibi olmuştu. Tepsisinde iki simidi kalan küçük bir çocuğun o simitleri de satabilmek için verdiği mücadeleyi izledi. Düşüncelerindeki karmaşa, kendini hiç olmadığı kadar karamsarlığın denizinde boğuyordu. Bildiği bütün gerçeklerin yalan olduğuna inanmak istemiyordu.
Nihayet yorgunluğun izleri bedenini takatsiz bırakınca evin yolunu tuttu. Eve vardığında, önceden geç gelmelerine alışmış olan karısı onu kapıda karşıladı ve kısa sürede sofrayı hazırladı. Çocuklar çoktan yemeklerini yemiş, uykuya dalmışlardı. Sofraya oturduğunda canı hiçbir şey yemek istemiyordu.  İştahsız bir şekilde birkaç lokma atıştırarak sofradan kalktı. Karısının;
“Ne oldu Erol, kötü bir durum mu var? Ne bu durgunluk?” sorularını;
“Yok… Yok canım. Bugün çok yoruldum. O yüzden biraz keyifsizim. Ben yatmaya gidiyorum.” diye geçiştirerek mutfaktan çıktı. 
Üzerini değişip dişlerini fırçalayarak yatağa uzandığında vakit gece yarısını biraz geçmişti. Yatağa girmişti ama bir türlü uyku tutmuyordu. Sabaha kadar bir sağa, bir sola dönüp durdu. Sabah da erkenden kalkarak işe gittiği vakitte hazırlanıp çıktı evden. 
Bir hafta boyunca, her gün erkenden kalkarak işe gidiyor gibi evden çıkıyor, akşama kadar şehirde dolaşıp duruyordu. Günler acımasızca geçerken, acınacak hâllerin vefasında huzurun tenhasına sokulmak, kısa da olsa soluklanmak istiyordu. Koskoca şehirde nefes alamıyor âdeta boğuluyordu. Saatlerce yürüyor, sanki bütün sokaklara izlerini bırakıyordu. Kaybolmamak için mi yoksa kayıplarda kalmak için mi? 
Her gün, gün boyu süren bu uzun yürüyüşlerinde Aykut ile yaşadıklarını değerlendiriyor; boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyordu. Her gün farklı farklı muhasebesini yaptı yaşananların. Aykut ile aralarında geçenlere hiçbir anlam veremedi. Ama bu böyle devam edemezdi. Bir an önce bir iş bulmalı, eve ekmek götürecek, ailesinin nafakasını temin edecek bir işin ucundan tutmalıydı.
Hayatı akışına bırakıp; “Varsın ne olacaksa olsun!” diyecek kadar umursamaz değildi. Her şeyden öte bir yuvası; kendi canından önce öyle güzel canlar vardı ki, onları heder edemezdi. Karamsarlığın yakıcı sıcaklarına inat, umudun yağmurları yüreğini serinletiyordu. Hafiften esen bir yel gibi hayaller okşuyordu yüreğini. “Ben de varım!” diyecek bir cesaret neferi gibi doğuyordu Erol. 
Ardından neler yapabileceği hususunda uzun uzun düşüncelere daldı. “Bir şey yapmalı, bir şey!” diyerek kamçılar vuruyordu düşüncelerine. Yine en iyi bildiği işi yapacaktı: Reklamcılık… Çünkü bu işte bir ömür geçirmiş, bu alanda uzmanlaşmıştı. Yaşı da bir hayli ilerlemiş, kırklı yaşların ortasını geçmişti. Yeni bir işe, yeni bir maceraya atılma dönemini çoktan kaçırmıştı.  Akşam durumu karısına anlatmayı, onunla konuşup istişare ederek ortak bir karara varmayı düşündü. Karısının her şart altında kendisi ile birlikte hareket edeceğinden endişesi yoktu.
O akşam her zamankinden erken bir vakitte eve geldi. Bir karar vermiş olmanın rahatlığı yüzüne yansımıştı. Karısı, kapıda görür görmez fark etti Erol'daki değişimi. Yüzünde açan mutluluğun dikensiz güllerinde neşe saklıydı. Melahat ile Erol evleneli nerede ise 25 yıl olmuştu. Bu süreçte ne sıkıntılar ne zorluklar görmüşler; yılmadan, usanmadan birbirlerine destek olarak omuz omuza hepsini aşmışlardı. Bu sıkıntıyı da mutlaka aşacaklardı. 
Yemekten sonra çocuklar odalarına ders yapmaya çekilince -Erol ile Melahat'ın bir oğlu, bir de kızı vardı. Oğlan lise ikinci sınıfa devam ediyordu. Kız ise ortaokula bu yıl başlamış, yeni okul ve yeni arkadaş çevresine alışmaya çalışıyordu- karısına;
“Hanım, hadi iki kahve yap da gel. Seninle konuşmam gereken konular var.” dedi. 
“Tamam canım, şu bulaşıkları makinaya dizeyim. Hemen kahveyi yapıp geliyorum.” diyen Melahat son tabakları da alıp sofrayı toplayarak mutfağa geçti.
Erol, televizyonun kumandasını eline aldı. Rastgele kanalları açmaya başladı. Hiçbir kanalda uzun süre kalamıyor, sık sık kanal değiştiriyordu. Yüreğine misafir olan heyecanları hiçbir şey tatmin etmiyordu. Yapılması gereken daha önemli işler, çözülmesi gereken öncelikli problemler vardı. 
… 
Devamı Haftaya


#Alpaslan Demir

İstanbul-17.10.2025

alpaslandemi@gmail.com

 

#Pakistan #Afganistan #MuhtarlarGünü #Sergen #Kürtçe #AzizYıldırım #Sane #Toprak #BasakşehirGalatasaray #Abraham #Kasımda KonferansaDavet #Alikoç #Ofsayt #ErsinTatar #Mustafa


BİR HİKÂYE BOŞ DÜKKÂN…

......

Araştırmacı Yazar-Alpaslan DEMİR

19.10.2025 13:54:00

Traktör Şazi'nin maçları TRT'de yayınlansın mı?


Evet 261 Kişi
% 97,02
Hayır 8 Kişi
% 2,97

Fenerbahçe Arsavev, 10'da 10'la Zirveye Göz Kırptı.

Arda Turanlı Shakhtar zirveye koşuyor: Dinamo Kiev’i 3-1 yendi

Fenerbahçeli basketbolcu sözleşmesini tek taraflı feshetti: Kulüp yasal süreci başlattı

Sadettin Saran Üç Yıldıza “Güle Güle” Demeye Hazırlanıyor

A Milliler sahneye çıkıyor: 2026 Dünya Kupası yolunda kritik üç sınavın tarih ve saatleri açıklandı

Türkiye, İsrail’i 10-3 mağlup ederek Avrupa Şampiyonu oldu

Fenerbahçe’de Ederson Şoku! Oynayamazsa 3. Kaleci Tarık Çetin Kaleyi Koruyacak

Muhteşem Başarı: Muhammed Furkan Özbek’ten Dünya Rekoru ile Gelen Dünya Şampiyonluğu!

Rus sporcular Gence'deki açılış törenini boykot mu ediyor?

Son Dakika: Yusuf Ayçiçek Al-Hilal’de

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 14 10 1 3 20 33
2.FENERBAHÇE A.Ş. 14 9 0 5 18 32
3.TRABZONSPOR A.Ş. 14 9 1 4 13 31
4.GÖZTEPE A.Ş. 14 7 2 5 10 26
5.SAMSUNSPOR A.Ş. 14 6 1 7 7 25
6.BEŞİKTAŞ A.Ş. 14 7 4 3 7 24
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 14 6 4 4 -1 22
8.KOCAELİSPOR 14 5 6 3 -3 18
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 14 4 6 4 3 16
10.CORENDON ALANYASPOR 14 3 4 7 -1 16
11.TÜMOSAN KONYASPOR 14 4 7 3 -4 15
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 14 3 6 5 -6 14
13.HESAP.COM ANTALYASPOR 14 4 8 2 -11 14
14.KASIMPAŞA A.Ş. 14 3 7 4 -7 13
15.İKAS EYÜPSPOR 14 3 8 3 -8 12
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 14 2 6 6 -17 12
17.GENÇLERBİRLİĞİ 14 3 9 2 -7 11
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 14 2 10 2 -13 8

YAZARLAR