Gün veda ederken şehrin bir bir yanan ışıkları akşamın geldiğini haber veriyordu. İşten çıkmış yol boyunca gelip geçen arabaları izleyerek evine doğru yürüyordu. Üzerinde, gün boyu yoğun çalışmanın vermiş olduğu yorgunluk vardı. Bu yorgunluğun etkisiyle ağırlaşan adımlarında sürüklenen bitkinliğin son takati ile ilerliyordu.
Yol üzerinde, duvarı iplerle asılı rengarenk toplarla süslenmiş olan bakkala uğrayarak iki tane gofret aldı. Alışkanlık hâline getirmişti. Her ay maaşını aldığında çocukları için muhakkak birer gofret alırdı. Biliyordu ki çocukları o gofret için gün saymaktaydı. Gofreti gördüklerinde gülen gözlerinin neşesi onun en büyük mutluluğuydu. Akşam eve geldiğinde çocuklarının gofreti yerken sergiledikleri neşeli hâli izlemek tüm yorgunluğunu alıyordu.
Eşi Hülya ev hanımıydı. Günü, iki çocuk ve ev işleri arasında koşuşturmacayla geçiyordu. Doğuştan kalça çıkıklığı olduğu için sol ayağı aksayarak yürüyordu. Bir yanını eksik hisseder, eşine katkısının olmadığını düşünürdü. Bilmezdi ki aile olmanın yüceliği sofrada bölünen ekmeğin paylaşılmasındaydı. Yine de hep hayıflanırdı Hülya bu durumuna.
“Ayağım sakat olmasa ben de iş bulur Kadir gibi çalışırdım. Bu devirde tek maaşla geçinmek çok zor. Ne vardı ben de çalışabilseydim sanki!” diye düşünür, kendi kendine dertlenirdi.
Dayanamamış, birkaç defa kendine uygun bir iş aramak için girişimde bulunmuştu. Her seferinde konudan haberdar olan eşi müdahale etmiş, çalışmasına izin vermemişti. Aslında onun çalışmasını istememesi egosundan değildi. Kıyamazdı eşine. İki çocuk ve ev işlerinin üzerine bir de çalışmasının büyük yük olacağı endişesiyle razı olmamıştı.
“Sen iki çocuğumuza iyi bak, onlar için annelik yap, o bize yeter. Ev işlerinde zaten yeteri kadar yoruluyorsun. Bir de el işinde heder olmana gönlüm razı olmaz gülüm.” diyerek bir şekilde karısını ikna etmişti. Biliyordu, geçim zordu ama bu devirde çocuk büyütmek, hele de kız çocuğu büyütmek daha da zordu. O yüzden eşinin evde kalmasını ve dünya tatlısı kızları ile ilgilenmesini istiyordu. Hem çalışmak oldukça zahmetliydi. Eşinin bu zahmete katlanmasına gönlü razı olmuyordu. “Gerekirse gece gündüz çalışır, ailemin nafakasını temin ederim.” diye düşünüyordu.
Küçüğü beş, büyüğü yedi yaşında iki tane dünya tatlısı kızları vardı. Büyük kız ilkokul birinci sınıftan ikinci sınıfa geçmiş, okumayı yeni sökmüştü. Öğretmeninin yaz tatilini kitap okuyarak değerlendirmesi yönündeki tavsiyesi üzerine elinden kitabı düşürmüyordu. Ama bugün farklıydı. Bugünün gofret günü olduğunu biliyor, cam kenarında heyecanla babalarının gelmesine bekliyorlardı.
Küçük kız Yaren;
“Anne, babam ne zaman gelecek?” diye sordu heyecanla.
Ablası Dilara da aynı soruya eşlik edercesine, küçük yüreklerinde fışkıran sabırsızlığın telaşıyla;
“Anne, babam bugün geç mi gelecek yoksa? Şimdiye kadar çoktan gelmesi gerekirdi. Neden hâlâ gelmedi?” diye sordu meraklı bakışlarla.
Hülya, mutfakta telaş içerisindeydi. Bir yandan bulaşık yıkıyor bir yandan da akşama ne pişirsem diye düşünüyordu. Kızlarının sorusu ile kendine geldi. Elini mutfak önlüğüne silerek gülümseyen gözlerle onlara doğru yaklaştı.
“Ne o, canınız gofret mi istedi yoksa? Babanızın gelişini pek merak etmezdiniz siz. Bugün gofret günü de ben mi hatırlayamadım!” deyip gülümseyerek iki kızının da saçını sevgi ile okşadı.
Aslında kendisi de meraklanmıştı. Kadir hiç bu kadar geç kalmazdı. Ne kahve alışkanlığı vardı ne de sağda solda gezme. Varsa yoksa ailesi ve çocuklarıydı onun dünyası. İş çıkışı koşarcasına gelirdi evine. Bugün ise sanki bir terslik var gibiydi, diğer günlerden farklıydı. Geciktiğine göre muhakkak bir sebebi olmalıydı. “Hayır olur inşallah!” diyerek mutfaktaki işine geri döndü.
Kadir, eve doğru yürürken akşam iş çıkışında yaptıkları küçük toplantı geldi aklına. Dalıp gitmiş, ustabaşının söylediklerini düşünüyordu. Vardiya şefi, vardiya bitimine yirmi dakika kala tüm fabrikayı gezerek çalışanların tamamının paydos sonrası yemekhanede yapılacak toplantıya katılmasını istemişti. Beklenmedik bu toplantı çağrısı tüm çalışanları meraklandırmıştı. O son yirmi dakikanın nasıl geçtiğini hiçbiri anlayamamıştı.
Tüm çalışanlar ne konuşulacağının merakı içerisinde yemekhanede toplanmış, gelecek konuşmacıyı beklemeye başlamışlardı. Ustabaşı, vardiya şefi ile birlikte gelerek yaklaşık yarım saat süre ile işyeri ve işler hakkında hiç de iyi olmayan haberleri paylaştı.
Ustabaşının söylediğine göre durum pek iç açıcı değildi. Bu ay maaşlar yatmıştı ama her geçen gün iş daha da kötüye gidiyordu. Böyle giderse, mevcut çalışanlar iki gruba bölünecek, yarısı fabrikaya gelip çalışırken diğer yarısı ücretsiz izne ayrılacak, çalışmayacaktı. Bu da kimseyi işten çıkarıp mağdur etmemek adına bulunan çözüm yoluydu. Dönüşümlü olarak on beşer günlük çalışma süresi planlanıyordu. Bu şekilde dönüşümlü çalışma aynı zamanda alacakları maaşın yarı yarıya azalması anlamına geliyordu.
Kadir, dar kaldırımlarda ezilircesine ağır ağır yürürken bunu düşünüyordu. Zaten almakta olduğu maaş ile kıt kanaat geçiniyorlardı. Eğer bahsedildiği gibi çalışmaya ara verir, ücretsiz izne ayırırlarsa ne yapacaktı. Birey olmaktan çok ailenin geçimini üstlenen sorumluluk sahibi bir insandı. Bunca çabası hep ailesi içindi. Borçları vardı, çocukların okul masrafları vardı. Her ayın bir önceki aydan daha iyi olmadığı günlerde rızkına şükrederken şimdi bir de dönüşümlü çalışma ile geliri azalacaktı. Sonu belli olmayan eziyet hâline gelmişti iş yerinin bu durumu. Şükürler yerini sabra bırakırken karamsarlığın efkarı yüreğine dağ misali oturmuştu.
Yine de eşine, özellikle de iki pamuk prensesine bu durumu bildirmemek için sevecen baba maskesini takmak zorundaydı. Ara sıra mırıldandığı; “Bundan sonra ne olacak? Ne yapabilirim?” sorularına bir türlü cevap bulamıyordu sessiz adımlarında. Dalgın dalgın eve doğru yürürken vaktin hayli ilerlemiş olduğunu fark edememiş, bu yüzden bir hayli gecikmişti.
Evinin bulunduğu sokağa döndüğünde pencerede merakla bekleyen çocukları babalarının gelişini görmüştü:
“Anneee! Babam geliyor bak! Elinde de poşet var. Unutmamış bizim gofretimizi. Yaşasııınnn!”
Küçük Yaren’in sevinç çığlıklarıydı bu. Pencerenin önündeki kanepeden sıçrayarak halının üzerine atlamış, hemen toparlanarak evin giriş kapısının önünde yerini almıştı. Dilara da okumakta olduğu hikâye kitabını masanın üzerine bırakarak kardeşinin yanına gelmiş, onun sevincine ortak olmuştu. Heyecan içerisinde kapının açılmasını bekliyorlardı. Babalarının kapıyı açmasıyla birlikte;
“Yaşasııınnnn! Babamız geldiii!..” diyerek zıplamaya başladılar. Kadir, her ikisini de sıkıca kucaklayarak alınlarından öptü. Kızların merakla beklediği gofretleri poşetten çıkararak birer tane verdi. Kızlar, gofreti aldıkları gibi salona koştular.
Eşini; “Hoş geldin canım!” diyerek karşılayan Hülya, elindeki poşetleri alarak mutfağa yöneldi. Kadir de çocukların ardı sıra salona geçti. Kızlar, ellerindeki gofret paketini açmaya, özlemle bekledikleri lezzete bir an önce kavuşmaya çalışıyorlardı. Onların sevinci Kadir’i duygulandırdı. Hüzünlü bir tebessümle kızlarını seyre daldı.
Gofreti çabucak bitiren yaramazlar babalarının yanına geldiler. Gofret için teşekkür ettikten sonra ikisi de babasının birer elinden tutarak halının ortasına, her iş dönüşü yaptıkları gibi oyunlar oynamaya çekiştirdiler. Hülya, eşine yapmış olduğu yorgunluk kahvesinin bulunduğu tepsi ile salona girdiğinde Kadir ile çocuklar halının üzerinde sarmaş dolaş oynuyorlardı. Bir süre bu mutlu manzarayı izledi.
Eşinin tüm yorgunluğuna rağmen çocuklarına karşı bıkmadan, usanmadan her gün gösterdiği bu yakın ilgi Hülya'yı çok mutlu ediyordu. Zaman zaman kendi çocukluğu gözünün önüne geliyor, babası ile olan ilişkisini düşünüyordu. Küçük kızları gibi babası ile bir defa olsun oynayabilmek için neler vermezdi. Mazinin saklı kalan gizli hazinelerinde babasıyla oyun oynadığı bir tek anı bile yoktu. Geçmişin hüzünleri, halının üzerindeki eşinin ve çocuklarının neşeli hâlleriyle dağılıyordu. “Amaaaan, bizim çocukluğumuzda da yoktu böyle şeyler. Biz ne yapalım. En azından çocuklarımız mahrum kalmıyor.” diye düşünüyor; eşine olan saygısı bir kat daha artıyordu. Kapı eşiğindeki dalgın bakışından uyanarak;
“Kadir, canım kahven soğumasın. Oyuna kısa süreliğine ara verin de babanız kahvesini içsin kızlar. Sonra devam edersiniz.” diyerek kahve tepsisini sehpanın üzerine bıraktı.
Kadir’in işten eve her gelişinde yaşadıkları olağan manzaraydı bu. Üzerini değişmeye bile fırsat bulamadan kendisini salonun ortasında kızları ile yuvarlana yuvarlana oynarken buluyordu. Bugün de kızları ile yaşadıkları bu kısacık oyun ânında yol boyu zihnini meşgul eden düşüncelerden sıyrılmış, iki küçük kızın neşesi ile kendine gelmişti. İnsanın küçük çocuklarının olması ne kadar güzel bir şey, diye düşünüyordu yerden doğrulurken Kadir. “Sana şükürler olsun Rabbim bize iki kız bahşettiğin için.” diye sessizce dua ederek kanepeye doğru yöneldi.
…
(Devamı Haftaya)
Alpaslan Demir
İstanbul-05.09.2025
#Barinajans #Barınajans #deprem #SONUNA KADAR ERDOĞAN #Victor Osimhen #FileninSultanları #Çarpıntı #SONUNA KADAR ERDOĞAN #Victor Osimhen #Kılıçdaroğlu #Doğum #Mutlu #Aziz #BizimÇocuklar
Evet 261 Kişi
Hayır 8 Kişi